18 Aralık 2010 Cumartesi

TÜRKİYEDE LİBERALİZM (1860-1990)

DURUM SAPTAMASI

            Her olay bir tarihsel sürecin sonucunda ortaya çıkmaktadır. 1881 ‘de kurulan Düyun-u Umumiye de daha önceki ekonomi politikalarının , dış ekonomik ilişkilerin ve diğer birçok
olgunun Osmanlı Devleti’ ne bıraktığı bir mirastır. Devir alınan miras kuşkusuz yüzyılların birikimidir.  Ancak yüzyıllar öncesine gidip sorunlar böyle geniş bir zaman diliminde tahlil edilemez. Bunun içinde tarih doğrultusunda, ele alınan olayları yaratmada etken bir dönüşüm noktası tespit etmek en doğru davranıştır.
Osmanlı tarihi 1699’da Karlofça Anlaşmasını gerileme devrinin başlangıcı sayar, III.Selimle birlikte de Islahat Dönemini başlatırlar. Osmanlı  Aydınları  batı ülkelerindeki  değişimlerin farkına varmışlar ve onsekizinci yüzyılın ikinci yarısından itibaren de Osmanlıların gerileme nedenleri üzerinde düşünmeğe başlamışlardır. Ne var ki Avrupa’daki gelişmeler doğru teşhis edilememiştir.
            “Doğu Despotizmi” diye tanımlanan Osmanlı merkezi otoritesinin yetki devri diye tanımlayabileceğimiz “ Şer-i Hüccet” ve “Sened-i İttifak” bir yasal dönüşümün başlangıcı kabul edilebilir. Ama  konumuz için esas olay 1838 tarihli  İngiliz-Osmanlı  Ticaret Sözleşmesidir.
Sözleşmenin maddelerinin içeriği kısaca:
- Mevcut kapitülasyonlar ve anlaşmalarla Büyük Britanya vatandaşlarına tanınan haklarla bu sözleşme ile tanınan yeni hak ve imtiyazların sonsuza kadar kesintisiz olması kabul edilmiştir.
-Britanya vatandaşlarının Osmanlı topraklarının her yerinde üretilen ürünleri satın almalarına izin verilecektir.
-Osmanlı ürünlerinden biri, Britanyalı tüccarlarca Osmanlı ülkesinin iç tüketimi için satılmak amacıyla satın alındığında, Müslüman olsun olmasın Osmanlı İmparatorluğunda iç ticaretle meşgul Osmanlı vatandaşlarının benzer koşullarda ödediği vergi ve rüsumlara eş değerde
yükümlülüklerden sorumlu olacaklardır.
-Eğer herhangi bir Osmanlı ürünü, Britanyalı tacirlerce ihraç amacıyla satın alınırsa, bu mallar vergi, resim ve harçlardan muaf olarak gemiye yüklenecekleri noktaya kadar götürülecekler.
            1839 Tanzimat Fermanı ise Osmanlı Merkezi Otoritesinin egemenliğini sınırlayan ve bu sınırlamayı halka duyuran ilk belgedir. Tanzimat’a ilişkin ilk yazılı belge Reşit Paşa’nın II.Mahmut zamanında ( 1839)  İngiliz Dışişleri Bakanı  Lord  Palmerston’a  gönderdiği muhtıradır. Aslında Reşit  Paşanın isteği padişahın yetkilerini sınırlamaktır. Avrupa burjuvazisinin de arzularının ortak bileşkesi biçiminde Tanzimat Fermanı kaleme alınmıştır. Sultan Abdülmecit içinde bulunduğu bunalımlı dönemi atlatmak için fermanı imzalamış , ne var ki bu seferde darboğazı Avrupa burjuvazisi sürdürdüğü için Tanzimat ilkeleri gelişip genişleyerek padişahın merkezi otoritesinin yapısını değiştirmiştir.
Tanzimat Fermanında 3 temel nokta vardır:
-          Padişahın kendi egemenlik alanından çıkartılıp yasal düzenlemeye bağlanması,
-          Kişiye bağlı hakların padişahın egemenlik alanından çıkartılıp yasal düzenlemeye bağlanması,
-          Yürütmenin “Mevlad-ı Esasiye” diye nitelenen ilkeler uyarınca düzenlenecek yasalara göre çalışması,
            Tanzimat Fermanı ile gelen yeni kurumlardan biri de yasama görevini yüklenecek sürekli encümenlerin kurulmasını önermesidir.  Yani Tanzimat bir anlamda padişah ile bürokrasi arasında bir yetki paylaşımı olarak kabul edilebilir. Önemli bir noksan, fermanda kurulan dengelerin bozulması halinde hangi mercilerin devreye gireceğinin belirtilmemesidir.
            Bu arada Kırım Savaşı , batı Avrupa ülkelerinin Osmanlı ekonomisini kontrol açısından daha köklü adımlar atmasına neden olmuştur. 1856 Islahat Fermanı bu ilişkilerin ilk somut sonucudur. Bu ıslahat Tanzimat Fermanı ile kabul edilmiş ilkelerin bir tamamlayıcısı olmuştur. Yerel yönetimlerde cemaat meclislerinde halkın temsil edilmesini tartışan ilk resmi belgelerdendir.
            1856 Islahat Fermanı’nı izleyen yasal dönüşümler kısaca:
-          1858 Arazi Kanunnamesi
-          İl Yasaları
-          Yabancıların Osmanlı ülkesinde toprak sahibi olmalarına izin veren yasa ( 1867)
-          Ceza Yasası ( 1858)
-          Deniz Ticaret Yasası ( 1864)
-          Ticaret Muhakemeleri Nizamnamesi ( 1862)

            Osmanlı asker- sivil bürokrat aydınlar 1860’ larda “Yeni Osmanlılar Hareketi” diye özgürlükçü akımı başlattılar. “Tercüman-ı Ahval”, “Tasvir-i Efkar” ve “Muhbir” gibi yayın organları, buralarda yazan Şinasi,  Namık Kemal,  Ali Süavi,  Ziya Paşa gibi düşünürler özgürlükçü akımın tohumlarını ekmeğe ve onu büyütmeye uğraşıyorlardı.
            Yeni Osmanlıların genel düşüncelerini Mustafa Fazıl Paşa’nın dönemin padişahı Abdülaziz’e yazdığı mektupta bulmaktayız. Nitekim, ülkede meşrutiyet yönetiminin kurulmasına yönelik eylemler Mayıs 1876’da Abdülaziz’in devrilmesiyle sonuçlandı. Padişahı deviren güçleri üçlü sacayağına benzetirsek birincisi ordu, ikincisi sivil bürokratlar , üçüncüsü de softalardır. Abdülaziz’in devrilmesiyle önce V.Murat sonra II.Abdülhamit getirilmiş oda bir komisyonun hazırladığı anayasayı yürürlüğe koymuştur. 1876 Anayasası içerdiği hükümler ve kurumlarında gösterdiği gibi merkezi otoritenin egemenliğini pekiştirici bir belge niteliğindedir. Ünlü 113. maddesine göre meclisin haklarını ve yetkilerini bütünüyle ortadan kaldırabildiği gibi, son cümlesi de kişiye bağlı hakların güvencelerini yıkıyordu.
            İlk Meclis-i Mebusan’ın açılışından kısa bir süre sonra 93 savaşı diye bilinen Osmanlı-Rus Savaşı patlak verdi. Savaşın getirdiği yoğun bunalımı fırsat bilen Abdülhamit Meclis-i Mebusan’ı 30 yılı aşacak şekilde tatile soktu.3 Mart 1878’de Ayastefanos Barış Antlaşması imzalandı.Ne var ki bu anlaşma Büyük Britanyanın ve diğer Avrupa ülkelerinin Ortadoğu’ daki çıkarlarına karşı olduğu için bu ülkelerin baskısı ile Berlin’de Ayastefanos Barışı tekrar ele alındı.  Berlin Antlaşması ( 13 Temmuz 1878 ) bir  yandan Yeşilköy Barış Antlaşması’ nı düzeltirken, bir yandan da Ortadoğu’da Avrupa ülkeleri arasında dengeyi yeniden kurmuştur.
            Berlin Antlaşması’na göre Osmanlı İmparatorluğunun konumu şöyle olmuştur:
-Rumeli’de coğrafi birlik yeniden kurulmuştur. Selanik , Manastır ve Kosova vilayetleri yeniden Osmanlılara verilmiştir.
-Yeşilköy Andlaşmasına göre Bulgarlar Ege kıyılarına inerlerken , Berlin bu durumu ortadan kaldırmış ve Osmanlı sınırı yeniden Balkan dağlarına kadar uzanmıştır.
-Doğuda Kars ve Ardahan ile birlikte Ruslara bırakılan Doğu Beyazit tekrar Osmanlı sınırları içerisinde kalmıştır.
-Bosna-Hersek ve Kıbrıs yitirilmiştir.

            Berlin’ de sağlanan bu denge 1913 Balkan Savaşı sonuna kadar birkaç önemsiz değişiklikle devam etmiştir. Bu miras 1854 ‘ten(yani Kırım Savaşından)  itibaren büyük bir ekonomik dar boğazı da içermekteydi.








BİRİNCİ BÖLÜM
ÖNCÜLER
1.VASİYETNAME

            Keçecizade Fuat Paşa ile Ali Paşa Tanzimat döneminde özellikle de 1850’ den sonraki döneme ağırlıklarını koymuşlardır. Osmanlı Devleti kadrolarında batılı devlet adamı olarak isim yapmışlardır.İktidar dönemleri Osmanlı hareketinin örgütlenme ve gelişme evresine rastladığı için Namık Kemal, Şinasi, Ali Suavi tarafından suçlanmışlardır.
            Fuat Paşa’nın vasiyetnamesi ilk olarak ölümünden pek az sonra, 1869’da İstanbul’da çıkan “ The Levant Herald” gazetesinde yayınlanmıştır. Ali Paşa’nın vasiyetnamesi ise 1910’da “ La Revue de Paris” ‘de çıkmıştır.
            Ali ve Fuat Paşalar belli ilkeleri ısrarlı bir biçimde gündeme getirip savunmuşlardır. Bunları şu şekilde özetleyebiliriz:
1-Çağdaşlaşmak– Avrupalılaşmak özdeşliği kesin bir biçimde ortaya konmaktadır.Öte yandan
gelişmeyi de en az Avrupa ülkeleri düzeyine ulaşmak olarak tanımlamaktadırlar.
2-Ulaşım, özellikle demiryolu ulaşımı bir başka hedef olarak karşımıza çıkmaktadır.
3-Ülke kalkınması açısından öneriler ekonomik tedbirlerin arkasında liberal ekonomi kuralları yatmaktadır.
4-Padişaha yöneltilen “mülkiyete özgürlük veriniz” öğüdü, yabancıların Osmanlı topraklarına yerleştirilmesi düşüncesini destekleyen bir davranıştır. Bu öğüt liberal ekonomi anlayışının da ilk ve vazgeçilmez ilkesidir.
5-Ağır savaş gemilerine sahip donanmanın bütünüyle ortadan kaldırılarak hem savaş hem de
ticaret gemisi gibi kullanılabilecek buharlı gemilerden oluşan bir filonun ikame edilmesi ve bu filonun da bir şirket tarafından sahiplenilmesi önerisine ise Adam Smith bile parmak ısırırdı.
6-Eğitim, sadece teorik eğitimle yetinilmeyip pratik meslek eğitiminin de ele alınması ısrarla öne sürülen bir başka konudur.
          Belgelerin düşünsel tutarsızlığına rağmen 15 yıl bir imparatorluğun bütün  sorumlulu-
 ğunu taşıyan iki aydın devlet adamının tek bir ilkede birleştiğini görüyoruz: Liberalizm.
Serbest-i Ticaret İlkesi her kesimde kendini hissettirmiştir.

2.DEĞİŞİK BİR TEŞHİS

             Cevdet Paşa’ya göre Osmanlı İmparatorluğunun Avrupalılaşması diye bir şey söz konusu olamazdı. Çünkü Avrupa’nın toplumsal yapısı çok farklıydı. Osmanlı için İslamiyet devletin gücünü ve birliğini açıklayan, sürdüren tek faktördü. Paşa uygarlığın başlangıçta doğuda oluştuğunu oradan batıya geçtiğini açıklamaktadır. Paşa Osmanlı İmparatorluğunu yücelten ve onu büyük bir kavimler topluluğu halinde yaşatan gücün İslamiyet olduğunu ısrarla tekrarlar. “ İslam Birliği”ni isteyen akımın düşün temelini oluşturur. Cevdet Paşa Osmanlı Devletindeki gerilemeyi iki nedene bağlamaktadır: 1.Kanun-u Kadime muhalefet
2.Asrın icaplarına uymamak.
            Cevdet Paşa < Tarih>inde fonksiyonel ilişkileri gerçekçi bir bilim adamı gibi saptamış
<Mülkün mamuriyeti>ni öncelikle ele almıştır. Paşa her fırsatta memleketin mamuriyetinin ziraat, sanayii ve ticarette olacağını savunmuştur. Bunların arasında ticaretin önemini vurgulamış, bu kesimin gelişmesi için en güvenli yolun <Serbest-i Ticaret> yani liberalizm olduğunu kabul etmiştir. Ticaret işlemlerinde, özellikle fiyatlar kanalıyla hiçbir kısıtlamanın yapılmamasından yanadır. Ve bunun İslamın kurallarınca da böyle kabul edildiğini ileri sürmektedir.
            Ne var ki serbest ticaretin olumsuz etkileri üzerinde de durmuştur. < Esnafımız  mahvolup gitti, nice sanayiimiz battı, hariçten gelerek burada kazandıklarını çıkın çıkın altın edip memleketlerine götürdüler...> demektedir. Paşanın 1838’den  sonraki  döneme ait  bu teşhisi yerindedir.Böylece Serbest-i Ticaretin Osmanlı ülkesine bela getirdiğini açıkça ileri sürmektedir. Cevdet Paşa iktisatçı değildir. Üstelik liberalizmi savunmaktadır, himayeci eğilimlerin öncüsü de sayılabilir. Dış borçlar için ileri sürdüğü düşünceler de önceki yaklaşımlarıyla tutarlıdır.
            Ama ne gariptir ki bu iki karşıt görüş aynı iktidarın çatısı altında birlikte varolmuşlardır.  Bu durum, gelecekte aynı parti çatısı altındaki karışık görüşleri açıklayabilmemiz için önemlidir.

3-GELECEK İÇİN ÖRNEK BİR ŞİRKET

            <Şirket-i Hayriye> diye bildiğimiz anonim şirket İstanbul Boğazında toplu taşımacılık noktasında atılan ilk adımdır.
            19.yy’da ulaşım çeşitli boy ve adlardaki kayıklarla sağlanmaktaydı. Boğazın iki yanında oturanların sayısı Kırım Savaşından sonra hızla arttı. Bu sırada iki yabancı bandralı vapor boğazda işlemeye başladı. Dönemin hükümeti Boğaziçinde yabancı bandralı vapurların işlemesini hoş karşılamadığı için devlete ait vapurun bu işe tahsis edilmesine karar veriyor.
1850’de Takvim-i Vekayi’nin 445 sayılı nüshasında bu vapurun seferlerine ilişkin bir ilan yer alıyor. Böylece Osmanlı Hükümeti  Boğaziçindeki toplu taşımacılık hizmetini resmen üzerine almıştır.
            Şirket-i Hayriye’nin ilk kuruluş fikri avrupalılaşmaktan başka bir şey düşünmeyen Fuat Paşa ile İslamcı Cevdet Paşa <Mülkün Mamuriyeti> için ortak bir çıkış noktasını buluyorlar. Şirket 1850’de oluşuyor. Sermayesi 2000 paya bölünmüştür.
            Görüldüğü gibi ekonomik kararlar açısından iki adım karşımıza çıkar:1-Serbest-i Ticaret diye adlandırılan liberalizm 2-Kapitalist ilişkilerin geliştirilmesi ile ülkenin kalkınacağını kabul etmekle birlikte yerli sanayiinin gelişmesi için himayece bir iktisat politikasının uygulanmasından yana olan düşünce.
            Her iki görüşün uygulamada bir senteze ulaştığını görmekteyiz. <Şirket-i Hayriye> bu sentezin ilk örneğidir. Böylece  batının ekonomik gelişmesinde anahtar rolü oynamış olan büyük şirketlerden biri de Osmanlı ülkesinde kurulmuş oluyordu.Devlet ve bürokrasisi şirketleşmede öncülük yaptıkları gibi özel kişilerin de bu tip ekonomik örgütler kurmalarını özendirmişlerdir.
            Öncüler hem ekonomik yaklaşımlarıyla hem de uygulamalarıyla kapitalistleşme yolunu açmışlardır. Onları izleyen düşünürler ise yukarda söylediğimiz iki yolu ya da ekonomik modeli daha bilimsel temellere oturtma gayreti içindedirler.

İKİNCİ BÖLÜM
LİBERAL EKONOMİ POLİTİKASI
Ya da
<< SERBEST-İ TİCARET >>

1-NAMIK KEMAL’İN EKONOMİK YAKLAŞIMI

            Namık Kemal’ i genç kuşaklar << vatan şairi >> olarak bilirler. Namık Kemal’in siyasi kişiliği Şinasi’nin yönetimindeki << Tasvir-i Efkar>> gazetesinde oluştu. 1865’de ise Şinasi’nin gazeteden ayrılarak Paris’e gitmesinden sonra gazeteyi yönetmeye başladı. İktisadi düşüncesine hem siyasi hem de edebi yazılarının içinde rastlamaktayız. Bunun dışında belirli konulara yönelik ekonomik yazıları da bulunmaktadır.
             Kemal, Paris’te bulunduğu dönemde, Ebüzziya Tevfik’in iddiasına göre << Ekonomi Politik>> ile yakından ilgilenmiştir. Avrupa’dan döndükten sonra ister siyasi ister edebi nitelikte olsun, bütün yazılarında bir ekonomik motife ya da art düşünceye rastlamaktayız. <<Vatan>>,<< Say>>(Emek), <<Nüfus>>, Londra adlı makaleleri buna örnektir. Bir başka örnek de İbret gazetesinin üçüncü sayısında çıkan <<İbret>> yazısında özel girişimciliği, batı örneği şirketlerin bulunmaması gibi konuları, Osmanlı ülkesinin gerilemesindeki nedenler arasında saymaktadır. Ona göre Osmanlı ülkesinde bir sermaye birikimi yoksa bunun nedeni, (servet) in olmaması değil, sanayi, ticaret ve bankaların gelişmemesinden dolayı bir birikimin ortaya çıkmamasıdır.
            Namık Kemal’in 87 sayılı << İbret>>teki <<Tekalif>> incelemesi, vergi konusunda o güne kadar Osmanlı ülkesinde ileri sürülen düşüncelerin en bilimseli ve en derli toplusudur. Bunlar şöyle özetlenebilir:
1-Vergi gerekli ve zorunlu harcamaları karşılamak için alınmalıdır.
2-Herkes üzerine düşen vergiyi kaçırmadan vermesi gerekir.
3-Vergilerin mümkün olduğu kadar ılımlı düzeyde tutulması doğrudur.
4-Devletin gördüğü kesin gereksinim üzerine alınan vergi ülkede yaşayan bütün kişilere yaygın olmalıdır.
5-Verginin haklılığı herkesin, devlet hizmetlerinden, yaptığı özveri oranında yararlanması noktasında yatmaktadır.
6-Vergide kar oranı ölçü olarak kabul edilmemelidir.
7-Verginin yalnız bir tür üzerinde yoğunlaştırılması doğru olur.
8-Dolaysız vergiler, dolaylı vergilere yeğ tutulmalıdır.
9-Verginin belirli bir orana kadar <<müterakki>> bir biçimde, yani artan oranlarda alınması gerekir.
10-Verginin alınmasında halka en az zahmet verecek, devleti en az masrafa sokacak bir yol seçilmelidir. Bu arada toplanan vergilerin memurların elinde kötü maksatlı kullanımına meydan vermeyecek kadar az bir süre kalması da sağlanmalıdır.
            <<İbret>>gazetesinin, Aralık 1872 ‘de yayınlanan 91,92,93 üncü sayılarında yer alan <<Tezyid-i Varidat>>a ilişkin üç yazı, Kemal’in devlet gelirlerinin arttırılması açısından önerilerini içermektedir.
            En fazla eleştirdiği konulardan biride Tuz ve Tütün İnhisarları’dır. Her iki tekelinde devletin ve halkın aleyhinde olduğuna inanmaktadır.
            Ona göre <<devlet somut bir varlık olmadığından vatandaşların verdiği vergilerden başka kendisine özgü bir geliri ve umumun ortak gereksinimlerinden başka kendine mahsus bir ihtiyacı olamayacağından ötürü önce gerekli harcamayı düşünmek ve ona göre karşılık bulmak durumundadır.>> <<İbret>>adlı makalesinin bir yerinde aynen şunları yazmaktadır:
<<Hükümetin asli görevi adaletin yerine getirilmesinden ibarettir>>
            Yabancıların ticaret kanalıyla İmparatorluğu sömürmesine karşıdır. Ne var ki bu konuda Osmanlıları da en az yabancılar kadar suçlamaktadır.
            Namık Kemal, yabancı ülkelerin Osmanlıları sömürmesi nedenlerini gayet açık ve etkin bir biçimde sergilemesine karşın, sanayi ve ticaretin himayesi için yüksek gümrük duvarları yaratılmasını da istememektedir.
            Osmanlı İmparatorluğunun zayıflığını ve bu zayıflığın tek nedeninin ekonomik gerilik olduğunu bütün açıklığı ile tespit etmiş ve de söylemiştir.
            Namık Kemal gibi, o dönemin aydınları da sanayi devrimini izleyen kapitalist gelişme sürecinin varmış olduğu aşamaları gözleriyle görmüşler, bu uygarlığın içinde yaşamışlardır. Böylece pratik olarak Osmanlı ülkesi ile batıyı karşılaştırma olanağı bulmuşlardır. Bu pratik gözlem doğal olarak batı uygarlığına yönelik bir özlemi doğurmuştur.
            Namık Kemal’de ekonomik tercih çok açık bir biçimde ortaya atılmıştır: Kapitalistleşmek.Kapitalistleşmeyi gelişmenin tek unsuru olarak gören bu düşünür politikacıları yurtseverlikten yoksun kabul etmemiz de bağışlanmaz bir hatadır.
            <<Serbest-i Ticaret >>yaklaşımının kuramsal olarak açıklandığı iki önemli yapıt Sakızlı Ohannes ve M.Cavit Beyin kitapları 1875-1900 yılları arasındaki dönemde bu konuda söylenenlerin bilimsel çerçevesini meydana getirmiştir.

2.SAKIZLI OHANNES VE EKONOMİ KİTABI

            Bizde, ilk klasik ekonomi kitabı örneğini Sakızlı Ohannes Paşa vermiştir. Kitap <<Mebadi-i İlmi-i Servet-i Milel>>başlığını taşımaktadır. Yapıtın basım yılı 1881,yani Atatürk’ün doğum yılıdır. Kitap 441 sayfadır. Yazarın bu kitaptan başka aynı konuları işleyen Mülkiye’de ders kitabı olarak kullanılan taş basması bir yapıtı daha vardır.
            Adam Smith’in ünlü<<Ulusların Zenginliği>>adlı kitabı klasik ekonominin çıkış noktası olduğu için, onun kullandığı <<Zenginlik>>deyimi Osmanlıcaya <<Servet>>olarak girmiştir. Dolayısıyla <<İlm-i Servet >> tam olarak klasiklerin yaklaşımı çerçevesinde  <<İktisat bilimi>> demektir.
Ohannes’in kitabı beş bölüm ve 39 alt bölümden oluşmaktadır. Bölümler klasik iktisatçıların temel sistematiğine uyumlu olarak düzenlenmiştir. Beş temel bölümün başlıkları şöyledir:
Birinci Bölüm: Servetin Üretimi
İkinci Bölüm: Servetin Tedavülü
Üçüncü Bölüm: Servetin İnkisamı(Bölüşümü)
Dördüncü Bölüm: Servetin İstihlaki(tüketimi,yoğaltımı)
Beşinci Bölüm:Bitirirken
            Adını bile klasik ekonominin öncüsünün ünlü yapıtına benzeterek <<Ulusların Zenginliği Bilimi>>koyduğu bu eseriyle Sakızlı Ohannes 1850’li yıllardan beri gerek iktidardaki aydın-bürokrat , gerekse<<Yeni Osmanlılar>>diye nitelediğimiz ilerici ve özgürlükçü genç aydınlar tarafından bölük pörçük dile getirilmiş konuları, çağının ekonomi bilimi uyarınca sistematize etmiş ve batılılaşmanın tek yolu olarak görülen kapitalistleşme için <<serbest-i ticaret>> politikasını önermiştir.
            Bu kitap, Osmanlı Liberal ekonomi düşüncesinin temel taşıdır ve basımından yirmi yıl sonra ortaya çıkacak olan ve önemini bugün de yitirmemiş bir iktisatçı ile yapıtının ilk belirtisidir.

3.TÜRKİYE’DE LİBERAL EKONOMİK DÜŞÜNCENİN DORUĞU:M.CAVİD BEY

            M.Cavid Bey’in adı bir çok çevrelerde<< İttihat ve Terakki>>nin maliye nazırı olarak bilinir. Maliye Nazırı Cavid Bey’in 1900’de yayınlanan <<İlm-i İktisat>> adlı kitabını ele alacağız. Böylece Sakızlı Ohannes’in  kitabından sonraki yirmi yıl içinde liberal ekonomi düşüncenin ülkemizdeki gelişimini de bir yerde tesbit etmiş olacağız. Kitap Abdülhamit ll. yönetiminin izniyle yayınlanmıştır. Dört ciltlik hacimli bir yapıttır. Toplam 1476 sayfadır.
Daha sonraları dilimize çevrilen Charles Gide’in kitabına bakıldığında M.Cavid Bey’in bunu temel aldığını hissediyoruz.
            Liberal ekonomik düşüncenin Marksist öğretiye karşı bütün düşünce iddialarını Cavid Bey’in kitabında da görmekteyiz. Cavid Bey’in kitabının son cildinin arkasında ünlü iktisatçıların yaşam öyküleri ile yapıtları yer almaktadır. Bunun da ötesinde iktisat bilimi liselere ders olarak konmuştur. Liseler için yazdığı <<Malumat-ı İktisadiye>> adlı kitabı, ünlü dört ciltlik kitabının bir özeti görünümündedir.
            Sakızlı Ohannes ve Cavid Bey çizgisi klasik ekonomiyi ülkeye yerleştirmiş ve liberal ekonomi politikalarını egemen kılacak ortamı hazırlamıştır.



ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
<<USUL-Ü HİMAYE>> YANDAŞLARI


1.            AHMET MİTHAT VE << EKONOMİ POLİTİK>> İ:

            Cevdet Paşa, himayeci politikanın öncülerinden biridir. Ne var ki bu konuda ilk ciddi yaklaşım Ahmet Mithat Efendi tarafından yapılmıştır. Ekonomiye iki kitabında değinmiştir.
A.Mithat’ın ikinci kitabının adı <<Ekonomi Politik>>tir. 18807 de Tercüman-ı  Hakikat gazetesinde tefrika edildikten sonra kitap haline getirilmiştir.
            Ahmet Mithat Efendi Sakızlı Ohannes ve Cavid Beyden farklı olarak ülkelerin iktisadi gelişme düzeylerine dikkat etmekte, konuları  bu gelişme düzeylerine göre ele alıp, değerlen- dirmelerini ona göre yapmaktadır.  Kitap basite indirgenmiş ve klasik ekonominin temel konularını bu öğretinin tanım ve tutumuna sadık kalarak yansıtan bir özelliğe sahip. Konular tek tek açıklanmaktadır. Amacın halkı bu konuda aydınlatmak olduğu açıkça bellidir.
            Ahmet Mithat bir iktisatçı olmamasına rağmen ülkenin gelişmişlik düzeyini gerçekçi biçimde tespit ederek yapılması gerekeni görmesi sonucu<< kapitalistleşme için himaye>> politikasının temellerini atmıştır. Bu temeller üzerine kurulan bilimsel yapıtı ise Akyiğitoğlu Musa Bey vermiştir.

2.            AKYİĞİTOĞLU MUSA BEY VE << USUL-Ü HİMAYE>>

         Cavid Bey’in eserinin yayınlandığı yıl, bir başka ekonomi kitabı daha yayınlanıyor. Kitabın yazarı Akyiğitoğlu Musa Bey. Kitap <<himayeci ekonomik politika>>yı sürdüren bir yapıdadır.
            Musa Bey Harp Okulu’nun ve Harp Akademisi’nin iktisat öğretmenidir. 1910 yılına kadar da bu görevinde kalmıştır. Kitabı Harb Okul ders kitabı olarak Pangaltı’daki Harbiye Matbaası’nda basılmıştır.
            Musa Bey’in çok kısa aralıklarla çıkmış iki kitabı vardır.Bunlardan birincisi 1898 tarihinde yayınlanan << İktisat  yahut İlm-i Servet, Azardeği Ticaret ve Usul-ü Himaye>>
İkinci kitap, 1900’de yayınlanmıştır, adı <<İlm-i Servet veyahut İlm-i İktisat>>’ tır.
Her iki kitaptaki temel yaklaşım, <<usul-ü himaye>>dir. Musa bey kazanlı olduğundan ötürü <<serbest ticaret >> deyimi yerine <<azadegi ticaret>>deyimini kullanmayı yeğliyor.
            Akyiğitoğlu himayeci ekonomi politikalarının yaratabileceği sakıncaların farkındadır ve bunların giderilmesi için, o günlerin bilgi birikimine uygun çözümler de önermektedir.
            Kitapta birde <<Himaye-i Makule>>yani makul düzeyde tutulan himaye kavramına rastlanmaktadır. Musa Beyin üzerinde durduğu konu makul düzeyde tutulan himayede gümrük rüsumatının yurt içi sanayinin dış ürünlerle rekabetini sağlayacak düzeyde tutulması
Aşırılığa gidilmemesi gereğidir.
            <<Usul-ü Himaye>>’nin uygulanmasında gözetilecek hedef ve tedbirler ise kitapta birkaç bölümde ele alınmıştır.Şöyleki: a)Topluma bağlı sanayinin korunması b)Üretim bölgelerini yaratacak biçimde bir himaye politikasının tercih edilmesi c) Himaye politikasının hedeflerinden biri de genel birikimi ve yetenekleri maksimize etmek şeklinde ifade edilmektedir.
            Musa Bey , <<usul-ü himaye>>’nin babası sayılan  List’in  ülkenin bütünüyle sanayileşmeye ağırlık verilmesi fikrine karşı çıkarak ; bir ülke sanayi, tarım ve ticarette dengeli biçimde gelişmelidir düşüncesini savunmaktadır.
            Akyiğitoğlu’nun  Harp Okulu’nda ders kitabı olarak okutulan ikinci kitabı genel hatlarıyla klasik ekonomi kuramlarının yansıtılması noktasından hareketle kaleme alınmış izlenimi vermektedir. 
DÖRDÜNCÜ  BÖLÜM

ÖZGÜRLÜK VE KAÇINILMAZ SON


1.<<SERBESTİ>> AKIMININ DÜŞÜNSEL TEMELİNİ OLUŞTURAN DERGİ

            1908 özgürlük hareketinden sonra liberal seçeneklerden oluşan ekonomik politika M.Cavid Bey’in kişiliğinde somutlaşmıştır. 1908’en önce, özellikle
 <<Servet-i  Fünun>>daki felsefe, sosyoloji ve ekonomi yazılarıyla bu doğrultunun ideolojik temelleri atılmıştır. Bu düşün akımının ideolojik temsilciliği görevini Ahmet Şuayıp, Rıza Tevfik ve M.Cavid Bey’in kurmuş olduğu <<Ulum-u iktisadiye ve içtimaiye mecmuası >> adlı dergi  yüklenmiştir. Dergi bugünün fakülte dergileri boyutunda ve 100- 120 sayfalık bir hacimle aylık olarak yayınlanmış, Mart 1911’e kadar 27 sayı çıkmıştır.
            Derginin 1.sayısından 22.inci sayısına kadar Ahmet Şuayıp’ın yazdığı <<Fransız İhtilali Kebiri>> incelemesi dizi olarak yayınlanmıştır.Ayrıca 1908’e kadar
Osmanlı hükümetlerinin imzaladıkları borç sözleşmeleri de ayrıntılı biçimde dergide yer almaktadır. M.Cavid Bey maliye bakanı oluncaya kadarki süre içinde, hemen her sayıda batı ülkelerindeki ekonomiye ilişkin yayınlar, toplantılar ve haberleri derleyip sunmaktadır.
            Liberal düşünceyi işleyen bu dergide M.Cavid Bey kadar ağırlığı olan bir başka  yazar da Ahmet Şuayıp’tır. A.Şuayıp  imzası <<Servet-i Fünun>>dan tanınmaktadır. İstanbul doğumludur. Vefa idadisi ve hukuk fakültesinde okudu. En verimli çağında tifodan öldü.(34 yaşında)  Ahmet Şuayıp Türkiye’de Durkheim.ve Tarde’ dan   ilk  söz  eden  kişidir.  Yazılarını  1910’da  yayınladığı   <<Hayat ve Kitaplar>> adlı yapıtında toplamıştır. Bu yapıt pozitivist görüşün Türkiye’deki ilk temel taşı olarak kabul edilmelidir.
            Dergide ilgi çeken yazılarının başında <<Devlet ve Cemiyet>> konulu yazı gelir. Yazının başında toplumbilimlerinin genişleyen kapsamını  sergilemektedir.
            Dergide Fransız ihtilali için yazdıkları incelendiğinde bu düşünce tarzını o ihtilal olayını tahlilde ne denli başarılı kullandığını görmekteyiz.
            Ahmet Şuayıp’ın dergide çıkan <<Hürrüyet-i Mezhebiye>>başlıklı incelemesi, çeşitli din ve mezheplerden oluşan bir insanlar topluluğu halindeki Osmanlı İmpara -torluğu’nda yönetimin dinsel tarafsızlığına olan gereksinimi vurgulanmaktadır. Bunun yanısıra halifelik sorununa ciddiyetle el atılmıştır. Şeyhulislamın bakanlar kurulunun bir üyesi gibi Meclis-i Mebusanda kendisine yönelecek sözlü ve yazılı sorulara cevap vermesi gerektiğini düşünmektedir.  Genç yaşta ölümü bu düşün akımı yönünden önemli bir kayıptır.
            Aynı dergide yayınlanan yazıları ile ilgi çeken Bedii Nuri ve Satı iki kardeştir. Zamanla dergide Spencer’cilik  ağır basmaya başladı. Satı’nın  derginin  8.sayısında
<< Cemiyetler ve Uzviyetler>> makalesi bunun en belirgin örneğidir.
            <<Ulum-u İktisadiye ve İçtimaiye Mecmuası >> bir çok araştırmanın konusu olabilecek niteliktedir. Türk düşün yaşamı açısından önemi ve etkisi inkar edilemez.

2.CAVİD BEY’İN MALİYE NAZIRLIĞI

            M.Cavid Bey’in öncülüğünü yaptığı liberal ekonomik politikaya en büyük muhalefet Musa Akyiğit’ten geldi. Akyiğitoğlu Vezirhan’ında kurduğu matbaada <<Metin>> adlı gazeteyi çıkarmaya başladı. Tek çıkar yolun himayecilik olduğunu söylüyordu. Gazetesi sık sık kapatıldı. Bir ara <<Metin>>gibi kapatılan diğer iki gazete ile birleşerek << Üç Kardeş>> adlı gazeteyi çıkardı.Ne var ki M.Cavid ve Hüseyin Cahit Beylerin büyük mücadelesi ve oyunları sonucu bu gazetede kapatıldı.
            Cavid Bey’in, liberal ekonominin o güne kadar düşünsel planda savunduğu, bütün gereklerini yerine getirdiği uygulamalarının en somut örneği yıllık bütçe konuş-malarında bulunabilir. Meclis-i Mebusan’ın birinci devre, üçüncü  toplantı yılında  yaptığı konuşmada dışa bağımlılık konusunda özgürlük hareketinin öncülerinin bile,   devirdikleri mutlakiyetçi yönetimden farklı düşünmediklerini ortaya koymaktadır.
Osmanlı İmparatorluğunun dış güçlerce mali kontrolünü sağlayan Düyunu Umumiye’
Yi kendi ekonomik programının geçerliliği konusunda kanıt olarak ileri sürmesi, ona saygı ve bağlılıktan başka duygu beslemediğini milletin vekilleri önünde beyan etmesi serbest ticaret yanlılarının izlediği ekonomik politikanın nasıl yurt çıkarlarına aykırı olduğunu sergileyen en güçlü örneklerden biridir.
            Ülkenin içinde bulunduğu ekonomik darboğazı açıklayan maliye bakanı M.Cavid Bey klasik sızlanmaların arkasına sığınıyor.Ülkenin gelir ve gideri arasındaki büyük fark bilinmektedir. Giderlerin hızla artması aradaki açığı daha da büyütür. Bunun çözümü sağlıklı gelir kaynaklarının bulunması, bulunan kaynaklara bütünüyle egemen olma, harcamaları belirli bir plana oturtmak gibi tedbirlere bağlıdır.
Ne var ki, o günün koşullarında bu yollar düşünülmemiş , ülkeyi kontrol altında tutan yabancı mali kurumlardan dolayı böyle bir uygulama yapılamamıştır. Bu durumda dış borç ve ek gelir kaynaklarının aranması zorunlu hale gelmiştir. Fakat mevcut açığın büyüklüğü ve açık oranında yeni bir dış borç olanağının bulunmaması, başka bir gelir kaynağı arama zorunluluğunu ortaya çıkardı. Bu arayış sırasında, Taksim Kışlası ve ona bağlı Talimhane alanının satılmasına karar verilmiştir. Bu alan bu günkü Taksim gezisi, Sheraton Oteli, Tenis Kulübü ve karşı yörelerini içeren 156 bin metrekarelik bir yerdir. İç kaynakların çok sınırlı oluşu, gözleri alışıldığı gibi dış borçlandırmaya çeviriyor.
            İşte, 1908 ‘in o pek görkemli özgürlük hareketinin arkasından ülkenin mali durumu böylesine yürekler acısı idi. İşin bundan da acı yanı, Mecliste ve Meclis dışında Almanlardan borç aldık diye Fransızlar gücenmesinler endişesinin dile getirilmesidir.
            Düyun-u Umumiye ve Osmanlı Bankası her üç ayda bir memleketin iktisadi durumunu ve tarımı hakkında muntazam raporlar getirmektedir. Bir ülkenin ekonomik durumu hakkında o ülkeyi yarı sömürge haline sokan kurumlardan bilgi almak  dışa bağımlılığımızın en önemli göstergesidir.
            Vergiler açısından M.Cavid Beyin iki konuda açıklaması vardır. Birincisi aşar vergisinin kaldırılıp yerine arazi vergisi alınması konusudur. Bu konuda aşarı kaldırmış yerine arazi vergisi getirilememiştir. Tarımın vergilendirilmesi bu gün bile, vergi politikamızın önemli sorunlarındandır. İkinci konu ise temettü vergisi kentlerde zanaatkar ve  esnaftan alınan bir nevi kazanç vergisi niteliğindedir. Yabancı işyerleri büyük karlarına rağmen bu verginin dışında tutulmuştur.
            Serbest ticaret yanlısı ekonomik politika M.Cavid Bey’in iktidarda olduğu süre
İzlemeye ve uygulamaya çalıştığı bir ekonomik yaklaşım olmuştur. Zaman zaman dış borçlardan yakınmış fakat borç yükünü artıran eylemlerini sürdürmüştür. Gün gelmiş savaş yıllarında gayri meşru yollardan kazanılan paraları savunacak noktaya ulaşmıştır





3.MİLLİ İKTİSAT POLİTİKASI ve ZİYA GÖKALP – TEKİN ALP

            Meşrutiyetin ilk dört yılı, 31 Mart olayı ve onun arkasından gelen Mahmut Şevket Paşa sıkı yönetiminin baskısı dışında önemli bir şey getirmedi. Yurt çapında ekonomik ve toplumsal bunalım da büyüdü. Bu bunalım Osmanlı tarihinin en yoğun dış ve iç politika bunalımı ile pekişti. İki yıl içinde Osmanlı topraklarının yarısına yakınını kaybetti. Trablusgarp ve Balkan Savaşı, tam anlamıyla bozguna dönüştü.
            İttihat ve Terakki’nin hükümet darbesi ve onu izleyen Edirne’nin geri alınışı, bu günkü doğu Trakya sınırını temel alan bir barışın yapılması İmparatorluğu bir anda derledi. Fakat 1914 Ekiminde, girilen 1.dünya savaşı bu derlenişi yeniden sarstı. Sarıkamış ve Kanal savaşlarında alınan yenilgiler, Balkan savaşından daha büyük bir bozgunun gelmekte olduğunu hissettiriyordu. Ne var ki 1915’te Çanakkale’de, Mustafa Kemal’in kumandasında kazanılan başarı, savaş içinde yeni bir derlenişe sebep oldu.
            Birinci Dünya Savaşı, askeri ve toplumsal depreme rağmen ekonomik yaşam açışından daha sonraki dönemlere bıraktığı etki yönünden önemli bazı atılımlara ve düşün akımlarının doğuşuna da şahit olunmuştur.
            Osmanlı Hükümeti savaşın başında tek taraflı kararla kapitülasyonları ve bunlara benzer tüm ayrıcalıkları kaldırmıştı.
            Savaş sırasında ise üç ekonomik akımın iktidar partisi çatısı altında geliştiğini görmekteyiz:
A)    Maliye Nazırı M.Cavid Bey’in liberal ekonomi düşüncesidir.
B)    Türk ve Müslüman esnaflarla tüccürları geleneksel kurumları içinde örgütlemeyi amaçlayan İaşe Nazırı Kara Kemal ile onun yardımcısı Memduh Şevket (Esendal)’ın <<meslek>>ci akımı
C)    Ziya Gökalp ve yandaşlarının kuramsal öncülüğünü yaptıkları <<milli iktisat>>akımı. Bu akım dünüşsel temellerini<<Yeni Mecmua>> ile yayınlamıştır.
            Bu arada 1.1.1917’de ilk büyük yerli banka da kuruldu. Bankanın ismi <<İtibari Milli Bankası>>’dır. Banka kısa sürede önemli sayılabilecek başarılar gösterdikten sonra İş Bankası’nın kuruluşu ile birlikte bu bankayla birleşmiştir.
            Öte yandan 23 Mart 1917’de yayınlanan bir kararnameyle tüm şirket ve işletmelerde tek dil olarak Türkçe’nin kullanılması da kabul edildi.
            Ulusal burjavazimiz en büyük sermaye birikimini Birinci ve İkinci Dünya savaşında uygulanan <<savaş ekonomisi>> koşulları içinde gerçekleştirmişlerdir. Bu konularda <<Yeni Mecmua>>da 9 mayıs 1918 ‘de Ziya Gökalp <<İktisadi Vatanperverlik>>adlı yazıda kamu oyunun dikkatine sunmaktadır.Gökalp milli iktisat ile iktisadi yurtseverlik arasında tam bir özdeşlik kurmuştur.
            Derginin 40.sayısında Tekin Alp’in yazısını bulmaktayız. Tekin Alp büyük ölçülere ulaşan nakdi servetin bireylerin elinde toplandığını söylemektedir. O günlerin yayın organları-nın bir çoğunda bu noktaya değinilmekte ve <<Savaş Zenginleri>>olgusu gözler önüne serilmektedir. Tekin Alp’e göre birinci perde <<Türk Milletinin 10 Temmuz (ll.Meşrutiyet) İnkılabı>>, ikinci perde <<Ruhu Milli’nin Bulunması>>, son perde de <<Ulusal İktisat Politikası>> dır. Tekin Alp’in sosyal politika diye adlandırdığı sistem sosyal güvenlik, daha adil bir vergi düzeni vb. toplumsal iyileştirmeyi içeren politikaların bütününden başka bir şey değildir. Köktenci olmaktan ziyade ılımlı bir dönüşümü hedeflemektedir.
            Tekin Alp’in ısrarla işlediği <<Devlet Kalesi>>ni sınıflara kaptırmama eğilimi 1920’li yıllarda sık sık değişik bir biçimde, genellikle Ziya Gökalp ve arkadaşları tarafından tartışma alanına getirilmiştir.Ziya Gökalp, Tekin AlpRin tahlil ettiği durumu, Türkiye’deki Fırka sorununa indirgeyerek somutlaştırmıştır. Savaşın kazanılmasından sonraki düşüncelerin kristalleştiği yazılardan ilki <<Rejimi kimlere vermeliyiz?>> başlıklı yazısıdır. Makale <<Halk Fırkası >>doğrultusunda, onu tanıtmaya yöneliktir.
            Faşistler ve komünistler arasındaki sürekli savaşımı vurguladıktan sonra Türkiye’deki toplumsal sınıflar üzerinde duran Ziya Gökalp bunları dört grupta toplamıştır:
1.Feodal Reisler,
2.Küçük Burjuvalar,
3.Teşkilatsız İşçiler,
4.Fellahlar(Serfler).
            Feodalizmin Türkiye’de yasal bir dayanağı olmamasına karşın, hala özellikle güneydoğuda, egemen üretim biçimi halinde olmasının iktisadi yapıdan kaynaklandığını belirtmektedir.
            Tekin Alp’in belirttiği <<Devlet Kalesi>>ni kimseye fethettirmeme kavramı, bütünleyici bir koalisyonla savunma yaklaşımına dönüşmüştür. Sınıflardan bağımsız, toplayıcı bir “ devlet” kavramı ve bunu sağlayacak sosyal örgütlenme 1923’teki yazılarda açıkça dile getirilmektedir.
            Ziya Gökalp milli iktisat politikasının önüne çok önemli bir hedef koymuytur: Büyük sanayi kurmak. Hatta bu sanayiinin kuruluşunun tamamlanmasına kadar işçi ve burjuva sınıflarının Halk Fırkası içinde bir koalisyonunu da şart olarak getirmiştir. Büyük sanayii yaratacak milli iktisat politikasının araçları neler olacaktır; Devletin görevleri nelerdir  gibi konularda açıklayıcı bilgi vermemişlerdir.
            Gökalp , ekonomik gelişme ve refah arasında uyumlu bir hareketi öngörmektedir. Ne yazık ki getirdiği <<asgari refah>> temelinden hareketle erişilecek gelişme konusundaki araçları açık değildir.
            Tekin Alp’in Yeni Mecmua’nın 59.sayısında <<Milli İktisat>>yazısına göre <<milli iktisada doğru>> diye bir akımın doğduğu, başlangıçta yadırgandığı, hatta bazı devlet adamlarınca bu akımın daha doğmadan öldürülmek istendiğini kaydetmektedir. Yazara göre bu akıma karşı tüm olumsuz tavırlara rağmen, savaş adeta <<milli bir ekonomi politikasını>> zorunlu kılmıştır. O günlerdin Türkiye’sinde uygulanan ve adına da <<milli iktisat>>denen politikayla servet ve gelir dağılımının bütünüyle bozulduğu, orta sınıfın yıkıldığı, savaş zenginlerinin türediği anlatılmaktadır.
            Görüldüğü gibi Tekin Alp, milli iktisat politikası kavramıyla üretimin arttırılmasından, tüketimin belli bir düzeye getirilmesine değin çok kapsamlı bir dizi tedbiri içeren bir sistemi anlatmaktadır. Aslında bu çerçeve planlı ekonominin amacından başka bir şey değildir. Ekonomik plan düşüncesi ancak 1925’den sonra Sovyetler Birliği’nde gündeme gelmiş, ikinci dünya savaşından sonra da kapitalist ülkelerin ekonomi literatürüne girmiştir.
            Milli  İktisat  politikası  yandaşları  bir noktayı  ısrarla  yinelemektedirler:    Devlet    bireylerin ekonomi alanındaki serbest girişimlerini engellemez.  Milli iktisat politikası sadece ekonomik gelişme için araçtır, o gelişme sağlandıktan sonra liberal uygulamaların artık sakıncası kalmayacağı düşünülmektedir.
            <<Yeni Mecmua>>nın yayınlandığı tarih Çarlık Rusyasında Bolşevik hareketinin etkinliğini göstermeye başladığı bir döneme rastlar. Nitekim daha sonrada Sovyet Devrimi olmuştur. Osmanlı yönetimini ve kamu oyunu yakından ilgilendirmiştir. Bir kere doğu cephesinde Sivas’tan Bitlis- Siirt dolaylarına kadar uzanan cephede savaşın gidişi değişmiş Osmanlı ordusunun büyük bir bölümünü uğraştıran düşman savaş alanından çekilmiştir. Öte yandan savaş halinde bulunan geleneksel komşumuzda olanlar o güne kadar inanılan bir çok kavramı kökünden sarsmış, değişmiştir. Bu nedenle de <<Yeni Mecmua>>da Rusya ile ilgili yazılar önemli bir ağırlığa sahip olmuştur.
            Derginin 1. sayısında Ağaoğlu Ahmet Bey tarafından kaleme alınmış <<Rus Edebiyatının umumi seciyeleri>> adlı dizi yazı yer almaktadır. Bu yazı dizisi 15 sayı sürmüştür.15 Ekim 1917 Puşkin dönemiyle son bulmuştur.


            21 Mart 1918’de Ziya Gökalp’in<< İki Tehlike>> başlıklı yazısı, Necmeddin Sadık’ın <<Bolşeviki Tehlikesi>> adlı yazısı o dönemin Türk düşünürlerinin bu olaya bakış açısını biçimlendiren niteliktedir. Bu iki makalede başyazı olarak derginin kapak sayfasında çıkmıştır. Gökalp, kendisinden sonra, uzun yılları kaplayacak bir yaklaşımı ortaya koymuştur. Kara tehlike olarak karşı konulması gereken konunun dini etkilerle meydana gelebilecek irtica olduğunu savunmaktadır. İngiltere ekonomik sömürgenliği gereğince suçlanıp, tehlike sayılmamaktadır.
            Bilindiği gibi, Çarlık Rusya’sı l.Dünya Savaşı’nda Osmanlı ülkesinin amansız düşmanları arasındadır. Düşmanın ortadan kalkmasına Necmeddin Sadık pek sevinmiş gözükmüyor. Neredeyse Çarlık yönetimine ağıtlar yakacak. Üzüntüsünün insaniyet adına olduğunu söylüyor ama Çarlık yönetiminin yaptıklarını aynı açıdan gündeme getirmeyi düşünmüyor.
            Gökalp ve Necmeddin Sadık’ın yazılarından yaklaşık altı ay sonra, savaş Osmanlıların yenilgisiyle sonuçlandı. Büyük dönüşümler yapmayı tasarlayan <<İttihat ve Terakki>>iktidarı
Yıkıldı., üst düzey sorumluları yurt dışına kaçtı. Sade devlet değil vatanda elden gidiyordu. Bütün düşünenler yeniden <<Niçin böyle oldu, peki şimdi ne yapmalı ?>> sorularının yanıtlarını aramaya başladılar.
            Celal Nuri (İleri)  << Tarih-i İstikbal >>  adlı yapıtında bunu,  yani tek  kurtuluşun Anadolu’ nun bağrından çıkabileceğini enine boyuna tartışarak ortaya koymuştu. Besleyici , yaratıcı, tek kelimeyle <<kerim>> ana: Anadolu, geleceğin çağdaş toplumuna yurt olacaktı.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder